Pearson'ın son raporu, "Yarınınızı İngilizce ile Nasıl Güçlendirirsiniz", eğitimciler için önemli çıkarımlar sunuyor. Raporda, artan İngilizce yeterliliğinin iyileştirilmiş ekonomik ve sosyal sonuçlarla ilişkili olduğu vurgulanıyor. Eğitim kurumları; üniversiteler, kolejler ve okullardaki öğrencilerin farklı ihtiyaçlarını karşılamak için çeşitli pedagojik yaklaşımlar ve öğretim yöntemleri kullanarak, öğrencileri mesleki başarıya hazırlamada çok önemli bir rol oynuyor. Ancak, raporun eğitimciler için önemli bir bulgusu da, öğrencilerin ne yazık ki bu daha iyi sonuçları elde etmek için gereken temel becerilere sahip olmadan öğrenimlerini tamamladıklarıdır.
Ayrıca, raporda belirtildiği gibi, çoğu öğrenci kariyerlerine devam ederken mesleki rollerinin gereksinimlerine yeterince hazırlıklı olma şansına sahip değildir. Bu durum, eğitimcilerin öğrencilerini gerçek dünya zorluklarına etkili bir şekilde hazırladıklarından emin olmak için öğretim ve değerlendirme yöntemlerini eleştirel bir şekilde değerlendirme sorumluluğunu vurgulamaktadır. Özellikle, akademik ve mesleki başarı için risklerin önemli ölçüde arttığı yükseköğretime geçişte bu sorumluluk daha da önem kazanmaktadır.
Raporun verileri beş ülkeden gelmekte olup, Türkiye bu ülkeler arasında yer almamakla birlikte, bulguların çoğu Türkiye'deki İngilizce dil eğitim sistemi için hala geçerlidir. Milli Eğitim Bakanlığı okullarında yabancı dil eğitiminin çoğu öğrenci için ikinci sınıfta başlaması ve bu sürece önemli miktarda zaman ve emek harcanması göz önüne alındığında, küresel dili öğrenmede daha iyi sonuçlar elde edilmesi beklenirdi.
Bu duruma neden olan birçok faktör sıralanabilir, ancak öncelikle eğitim sisteminde dilin nasıl tanımlandığı, öğretildiği ve değerlendirildiğine dair algıyı vurgulamak isterim. İngilizce dersleri genellikle okullarda “öğretilmesi gereken dersler” olarak ele alınmakta ve öğrencilerin yabancı dildeki becerilerini geliştirme yollarına odaklanmak yerine, müfredat “kapsanması gereken konular” ile doldurulmakta ve bu konular büyük ölçüde dilbilgisi ve kelime bilgisine yoğunlaşmaktadır.
Bu durum, değerlendirme uygulamalarına da yansımakta ve döngü esas olarak dilbilgisi ve kelime bilgisi yeterliliğinin öğretilmesi ve değerlendirilmesiyle devam etmektedir. Pearson'ın raporundaki katılımcılar, dilbilgisi ve kelime öğretimine verilen ağır önemin ve hem sınıf içinde hem de dışında dili pratiğe dökmek için yeterli fırsatın olmamasının, iletişim becerilerinin eksikliğine katkıda bulunan üç ana faktör olduğunu belirtmektedir. Eğer bu soru Türk öğrencilere sorulsaydı, muhtemelen aynı üç ana nedeni alırdık. Eğitimciler için burada çıkarılacak sonuç oldukça net: Öncelikle “bir dili bilmenin” ne anlama geldiğini yeniden gözden geçirmeli ve tanımımızı öğretim ve değerlendirme yöntemlerimizle uyumlu hale getirmeliyiz. Bir dili bilmenin, onunla iletişim kuramadıktan sonra ne faydası var?
Pratik yapmak için yeni fırsatlar gerekli
Öğrencilerin hedef dili hem sınıf içinde hem de sınıf dışında kullanma fırsatlarının eksikliğinin bir başka açık sonucu da mevcut. Öğretmenler sınıf söylemine hakim olmaktan kaçınmalı ve bunun yerine öğrencilerin dille aktif olarak ilgilenmeleri için fırsatlar yaratmalıdır. Bu bağlamda, ortak öğrenme engellerini tanımak çok önemlidir, çünkü bu engeller öğrencilerin dil becerilerini kurumsal ortamlarda, mesleki gelişimde ve yetişkin öğrenme ortamlarında etkili bir şekilde uygulama becerilerini önemli ölçüde engelleyebilir. Özellikle Türkiye'de olduğu gibi yabancı dil bağlamında, hedef dillerini günlük yaşamlarında pratik yapma fırsatı olmayan öğrenciler için bu daha da önem kazanmaktadır.
Farklı öğrenme stillerini anlamak, öğretmenlerin görsel, kinestetik veya işitsel öğrenme tercihlerini barındıran katılım stratejileri tasarlamasına ve böylece bireysel öğrencilerin sınırlamalarını ve özel ihtiyaçlarını ele almasına olanak tanıdığı için bu süreçte çok önemlidir. Ders saatinin %80'ine kendi konuşmalarıyla hakim olduğu bildirilen öğretmenler bu konuda birincil sorumluluğa sahiptir. Çoğunluğu ifade eden bu öğretmenler, öğrencileri için aktif katılım ve dil pratiği için fırsatlar yarattıklarından emin olmak için kendilerini izlemelidir.
Öğrenme sürecini günlük bir alışkanlık olarak teşvik etmek
Öğrenciler, dil becerilerini geliştirmek için dili sadece sınıf içinde değil, sınıf dışında da pratik yapmaları konusunda rehberliğe ihtiyaç duymaktadır. Dış etkenler, örneğin kaynaklara sınırlı erişim ve çevresel dikkat dağıtıcılar, öğrenme yeteneklerini önemli ölçüde engelleyebilir. Eğitime teknolojiyi entegre etmek ve öğrencileri sınıf ortamı dışında da öğrenmeye yönlendirmek şüphesiz değerli bir tavsiye olacaktır. Dil öğrenme uygulamaları ve özellikle sosyal medya, öğrencilere dili yaratıcı ve anlamlı yollarla kullanma imkanı sunarak, öğretmen veya akran desteğinin yetersizliğinden ve çevresel dikkat dağıtıcılardan kaynaklanan dışsal engelleri aşmada yardımcı olabilir.
Bir yabancı dili etkili kullanabilmek, örneğin müzakere yapmak, fikir belirtmek ve önerilerde bulunmak gibi alanlar, öğrencilerin sahip olduğu dil becerileri ile ihtiyaç duyulan arasında bir boşluk olduğu belirtilen alanlardır. Bu tür bir sonuç, daha iletişimsel ve görev odaklı dil öğretme yaklaşımlarına geçişi gerektirir ve öğrencilere bu becerileri sadece profesyonel değil, aynı zamanda akademik ve sosyal bağlamlarda da uygulama fırsatları sunar.
Dil yeterliliğinin faydaları konusunda öğrencilerin farkındalığını artırmak, onları da ilham verici bir şekilde motive edebilir. Eğitim müfredatını gerçek yaşam ihtiyaçlarıyla uyumlu hale getirmek ve hem öğrenciler hem de öğretmenler için bunun arkasındaki mantık için farkındalığı artırmak, öğrencilerin kendi hedeflerini daha doğru bir şekilde belirlemelerine ve öğretmenlerinin onları gerçekçi beklentilerle yönlendirmelerine yardımcı olmak için hayati öneme sahiptir.
Motivasyonel öğrenme engellerini anlamak
"‘İlerleme kaydettiğimi hissetmedim’" ifadesi, katılımcıların daha yüksek bir yeterlilik elde etmelerini engelleyen engellerden biri olarak belirtildi ve bu durum, akran baskısı ve değişime direnç gibi içsel zorluklardan kaynaklanan duygusal bir öğrenme engelini vurgulamaktadır. Bu, öğrencilere öğrenme sürecinde ne kadar yol katettiklerini ve daha ne kadar ilerlemeleri gerektiğini fark etmelerine ve takdir etmelerine yardımcı olmanın bir diğer yönünü işaret eder. Ayrıca, motivasyonel engeller önemli bir rol oynar; çünkü bu engeller, öğrenme isteğinin ve merakının kaybolmasından kaynaklanan zorlukları yansıtır ve bu durum öğrencilerin derse katılmamalarına veya kursları reddetmelerine yol açabilir. Global Scale of English (GSE), öğrenici ilerlemesini takip etmek için kesin bir çerçeve sunarak ve özgüvenlerini artırarak duygusal ve motivasyonel engelleri aşmalarına yardımcı olan değerli bir araçtır.
Sonuç olarak, eğitimciler için çıkarımlar listesinin geliştirilebileceği doğru olsa da, en önemli öneri dil öğrenimi ve yeterliliği konusundaki algımızı yeniden değerlendirmekte yatmaktadır. Bu bakış açısındaki değişim, dil eğitimindeki tüm alanlar üzerinde, özellikle öğretim ve değerlendirme yöntemlerinde büyük bir etki yaratacaktır. Dil öğretiminin bu yeni anlayışını benimsemek, sadece dil eğitiminin etkinliğini artırmakla kalmayacak, aynı zamanda öğrencileri gerçek dünya dil kullanımı ve etkileşimi için daha iyi hazırlayacak ve yaşam koşullarını iyileştirecektir.